30 Haziran 2009 Salı




Yüreğimizde hiç sönmeyen bir ateş gibi yanıp duran Sivas…



16 yıl önce içimize atılan bir kor, yanar ha yanar.21. yüzyılda ortaçağı artmayan bir katliamla yitip giden 35 can.35 insan, 35 aydın.Görmeyen gözler, susan diller, tutmayan eller, her yan Temmuz.Şuursuz bir güruh, Madımak dışında naralarla, salyalarla bağırıyor.Madımak içinde canlar tutsak.



Tutunacak bir el arıyor, ateşi söndürecek bir damla.Bir umut insanlık için.35 güzel insanın son nefesini verdiği Madımak orada hiçbir şey olmamışçasına duruyor.Ölümlere sahne olan mekânın en alt katında, birkaç yıl sonra nazire yapılırcasına kebap salonu yapılıyor ve o kebapçı 15 yıl orada çalışmaya devam ediyor.




Başka bir ülke var mıdır? İnsanlık tarihinde böylesi acı bir olayı yaşayıp aynı acılar, utançlar bir daha yaşanmasın diye bir anıt, bir müze yaptırmak yerine Madımak’ta, insan yanıklarının hatırasıyla insanlara kebap yediriliyor.




Katliamdan 74 gün sonra doğan Hasret Gültekin’in hiç görmediği oğlu Roni Hasret şimdi 16 yaşında bir genç oldu. Roni ve bu ülkenin tüm çocuklarını, tüm gençlerini bu utançtan kurtarmalıyız…



MADIMAK MÜZE OLMALI…


Madımak insanlığa ibret belgesi olacak bir müze, bir kültür evi bir anıt olarak düzenlenmeli.


Olayın sanıklarının bir bir cezaevlerinden salanlara, onlara konforlu bir cezaevi sunanlara bu devran böyle gitmez diye bir çift sözümüz olmalı.
Yitirdiklerimiz anısına saygı duyarak bu utanç bir an evvel ortadan kaldırılmalıdır.




Sivas katliamının 16. yılı yüreğimiz hala yanıyor…



Madımaktan gökyüzüne kebap dumanları değil,


Hasret Gültekin’in bağlamasının,


Nesimi Çimen’in curasının,


Muhlis Akarsu’nun yanık sesi yükselmeli,


Metin Altıok’un, Behçet Aysan’ın şiirleri,


Asaf Koçak’ın karikatürleri süslemeli Madımak’ın duvarlarını,


Asım Bezirci’nin kitaplarıyla dolmalı Madımak kütüphanesi.


Yitirdiğimiz bütün canlar için “Barış Ormanı” büyütmeliyiz Sivas’ta…



Ülkemizin her yanına katliamda yitirdiğimiz insanlarımız adına kültür merkezleri, müzik okulları, resim okulları, kütüphaneler, sergi salonları açmalıyız.
Bu konuda Almanya örnek olsun bize, Solingen’de ırkçı Almanlar tarafından uykudayken yakılarak ölen 5 Türk için yapılan çalışmalar; “Beş Türk’ün yakıldığı evin bulunduğu alan tümüyle temizlenmiş. Solingen’de yakılan evin arsasına, öldürülenlerin anısına, beş ceviz ağacı dikilmiş. Evin hemen önüne, küçük bir anıt dikilmiş, üzerine de Almanca ve Türkçe şöyle yazılmış: ‘29 Mayıs 1993’de ırkçılar tarafından yapılan kundaklama sonucu öldüler: Gürsün İnce, Hatice Genç, Gülüstan Öztürk, Hülya Genç, Saime Genç’.”Bir yanda Solingen’de, yakılanların anısına dikilen beş ceviz ağacını ve anıtı, bir yanda Sivas’ta 35 kişinin yakıldığı yerde kebap salonu…



İçimizdeki yangın daha fazla acıtmadan bizi, bu utanç salonundan kurtulmalıyız. Karanlık tarihimizle hesaplaşmalı ve 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yakılarak öldürülen canlarımızı layık oldukları gibi anmalıyız.
Sivas’ın Işığı Sönmesin…
Yitirdiklerimizi saygıyla ve özlemle anıyorum.



Aydın İleri
aydinileri@gmail.com

24 Haziran 2009 Çarşamba

ÇOK ÖZLEDİM KAZIM'I SÖYLESEM AYIP MIDIR?

ÇOK ÖZLEDİM KAZIM’I AĞLASAM AYIP MIDIR?

Kazım Koyuncu; Karadeniz’in Yaramaz Çocuğuydu O…

Kazım hiçbir şeyi devrim ertelemeyen bir devrimciydi.

Şarkılarla geçti aramızdan. Karadeniz’in hırçın çocuğuydu.

Denizlerin çocuklarından dağların çocuklarına selam taşırdı.

Yaralı bir kuştu o, şarkılarla gitti aramızdan yarım kalan bir aşk gibi…

Pançol gibi büyülü bir coğrafyada doğdu.

Masalsı bir hayat yaşadı…

Çay bahçeleri, fındık dalları, gürgen ağaçları…

Çocukluğunda dinlediği masallardan ve efsanelerden besledi sanatını.

12 Eylül düştü çocukluğuna, göz altılara, tutuklamalara tanık oldu.

Renkli bir çocukluğu seçti kendine, çocukluğunda bolca Teksas-Tommiks okudu…

Müziğe Amcasının Almanya’dan hediye getirdiği gitarla heveslendi.

Amcasın anlamlı hediyesi hayatını değiştirdi.

İlk müzik aleti gitardı ama önce mandolin çalmasını öğrendi…

Hopa’da Mandolin kursuna yazılarak başladı müzik yaşamına…

İlkokulu Pançol’da Yeşilköy ilköğretim okulunda okudu, Ortaokula Hopa’da başladı.

Dağlara tutuldu, “köyde ağaç gibi su gibi hissetti” kendini.

Hopa Lisesinde duvar gazetesi çıkaran ekipte yer aldı.

Okullar arası yapan duvar gazetesi yarışmalarına katıldı, 1989 yılında 6 Edebiyat A sınıfında öğrenciydi.

Hep İstanbul’a gelmek istedi. İstanbul’a gelmek için Üniversiteyi araç olarak kullandı.

17 yaşındaydı hiç vazgeçmeyeceği İstanbul’a yerleştiğinde.

İstanbul’a her yeni gelen insan klasiğini yaşayarak Eminönü’nde Yeni Camii önünde güvercinlerle fotoğraf objektifine poz verdi.

İstanbul’la sözlendi o an.

İstanbullu oldu ve bu şehre sevdalandı.

Babadan kalma solculuğu vardı.

İstanbul’a gelirken şair ceketi diktirmeyi arzuladı.

Büyük yalanlara hazırdı…

Kazım’ın İstanbul’a geldiği günlerde İstiklal Caddesi trafiğe açıktı.

Caddeyi otobüsler bölüyordu.

O günlerde yıllar sonra tüm İstiklal’i kendi şarkılarının sarabileceğini tahmin etmemişti.

Hayatında en çok üç şey yapmak istedi.

Birincisi Lise Öğretmeni olmaktı, ikincisi Üniversitede öğretim görevlisi-bilim insanı olmaktı,
üçüncüsü müzisyenlikti…

Üçüncü istediğini yaşama geçirdi ve sadece müzik yaptı.

Şiiri çok sevdi ama hiç şiir yazmadı, müzikten vakit bulamadı.

Onun için “dünya’da en önemli değer emekti.” Çünkü “yaşamak demek emek demekti.”

Yaşamı boyunca emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların tarafında oldu.

Hep muhalifti…

Yüreği soldan yana atıyordu…


“En önemli sermayenin arkadaşlıklar olduğunu” söyledi.

Sahnesini, müziğini herkesle paylaştı.

Söyledi söyletti.

Oynadı oynattı.

Eğlendi eğlendirdi…

Hep güler yüzlüydü, sanatını hep barıştan yana kullandı. Hiçbir ayrım gözetmedi…

Sempatik ve sıcakkanlı davranışlarıyla kısa zamanda kendini sevdirdi.

Şöhretin basamaklarında hızla ilerledi… Hiç kendinden geçmedi…

İnsana, topluma ve çevreye duyarlıydı.

Savaşa karşı durdu, her zaman barış dedi.

Çevreciydi; Karadeniz sahil yoluna, Çernobil’e, Nükleere, Fırtına Vadisinin yok edilmesine vb. birçok çevre tahribatının karşısında durdu.

Her etkinlikte en öndeydi…

Sözünü, müziğini esirgemedi hiç.

Karadeniz müziğini, tulumu, kemençeyi, gitarı, horonu gençlere sevdirerek müziğini toplum için birleştirici bir araç olarak kullandı.

O sahnedeyken binlerce insan horona, halaya durdu…

Katıldığı her festivalde, her şenlikte, her konserde insanları bir birine daha çok yakınlaştırdı.

Tunceli’de, Trabzon’da, Antakya’da, Hopa’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da aynı müzikle coştu insanları coşturdu.

Barışın diliyle söyledi şarkılarını.

Tüm notalarda halklar kardeşti…

Megrelce, Lazca, Türkçe söyledi şarkılarını-Türkülerini…
Her seferinde “Lazım, Kürdüm, Türküm, Hemşinliyim…” , “Türkülerin sahipleri tüm insanlardır” dedi.

Müzik bir hareketti onun için.
“Yaptığınız müziğin hayatta bir karşılığının olmalı” ilkesiyle yola çıkmıştı.

Üç büyüklere inat Anadolu takımı Trabzon Sporu tuttu.

Trabzon Spor, futbol onun için bir tutkuydu…
Trabzon Spor sevgisi gönlünde, Trabzon Spor Üyelik Kartı hep cüzdanındaydı…

Şarkılar söyledi, marş besteledi Trabzon Spor için…

Karadeniz’de yalnız gezen bir takaydı o…

Rüzgârla konuşur, yağmuru severdi…

Karabataklara dost, hamsilere yoldaştı…

Devrimciydi o Karadeniz’in yaramaz çocuklarındandı…

Hayatla bir sorun yaşadı…

Çernobil onu en verimli zamanında sırtından hançerledi…

“Sanatçı her zaman hayatla bir sorun yaşar” dedi.

Hastalığının en ağır döneminde bile yılmadı.

“Her ne kadar çok istediğim şeyleri yapmakta zorlanıyorsam da pes etmedim. Düşmedim yani… Bir devrimci gibi duruyorum ki zaten devrimci olmakla sanatçı olmak arasında benim için ciddi bir bağlantı var. İkisinin bağlamında yapmak gereken tek şey sahneye çıkmak diye düşünüyorum. Bundan sonra sürekli sahnede olmak ve müziğin tam içinde olmak istiyorum” diyerek gücü tükenene kadar hep üretti…

Sanki hiç gitmemiş gibi…

Birazdan müzik başlayacakmış gibi…

Şimdi horana durulacakmış gibi…

Müzik susalı dört uzun yıl oldu…

Seni çok özlüyoruz Kazım…

Aydın İleri
aydinileri@gmail.com

Not: (Kazım Koyuncu'yu aramızdan ayrılışının 4. yılında saygıyla anıyorum)

11 Haziran 2009 Perşembe

MASAL PERİSİ, TÜRKAN SAYLAN’A SAYGIYLA…

Bize anlatılan masallarda dinlerdik hep masal perilerini.
Nerede sıkışsa kahramanımız yetişirdi imdadına masal perisi…
Bizim masal perimiz evvel zaman içinde değil günümüzde insanlar yoksul aileler cahil, kızlar okumaz iken çağdaş yol arkadaşlarıyla yola çıkan Türkan Saylan.
Bugün bu satırları size yazabiliyorsam her harfinde onun izi var.
Ben Türkan Saylan’ın “Deniz Yıldız”larındanım, denize atılınca hayatı değişen…
Eğitim yaşamımın üniversite döneminde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Maltepe şubesinde tanışmıştım Türkan Hoca ile…
İstanbul’da ÇYDD Genel Merkezinde Deniz Yıldızı Projesinde gençlerin birey olması, ileriki yaşamımızda toplumsal yaşama katılan, düşünen, üreten, yöneten, birer yurttaş olmamız için eğitimler alırken daha yakından tanıma fırsatı doğmuştu…
Derneğimizin küçük mutfağında taze çaya katık sohbetlerimizde unutulmaz hatıralar kaldı belleklerimizde.
Bir anne, bir abla, bir öğretmen şefkatiyle, bilim insanı disipliniyle öğrendik ondan çağdaş yaşamı, cumhuriyeti, erdemi, paylaşımı, dayanışmayı, devrimleri ve devrimciliği…
Okurken ve okul yaşamımızdan sonrada hep bizlerin yanında oldu…
Bizleri yaşama karşı donanımlı kılarken her fırsatta referansımız oldu…
Bizleri iyi işlerde gördüğünde hep gurur duydu…
En son Prof. Dr. Jale Baysal’ın 80. doğum günü kutlamasında karşılaşmış ayaküstü sohbet etmiştik. Yanındakilere biz yetiştirdik Toplum Gönüllülerinde çalışıyor diyerek övünmüştü, sevinmişti…
Örnek yaşamıyla toplumun aydınlaması için cehalete karşı savaşın öncüsü oldu.
Çağdaş Yaşam çalışmasıyla, “Baba Beni Okula Gönder”, “Haydi Kızlar Okula Dedi”, okullar yaptırdı, kızlar için modern yurtlar açtı, YİBO’ları güçlendirip, çoğalttı…
Okuma yazma bilmeyenler için kurslar açıldı…
Depremlerde insanların yardımına yetişti.
Sayısız hizmetler sunuldu topluma…
En önemli hamlesi eğitim sorununu çözecek pilot çalışmalar oldu…
Yaşamın her alanında var oldu; Demiryolumu İstiyorum, Nükleere Hayır dedi…
Sorun olan her yerde Türkan Saylan sorunun değil çözümün parçası oldu.
Çağdaş Toplum, Çağdaş Birey şiarıyla çalıştı, çalıştı, çalıştı…
Gençlere güvendi, onların toplumsal yaşama katılması için çalıştı.
Bütün bu çalışmalar yapılırken Türkiye dikensiz gül bahçesi değildi…
Engellemelere, baskılara hep göğüs gerdi…
Zorlukların üstesinden gelmesini bildi…
Hiçbir zaman var olanla yetinmedi ve etrafındakilere hep yetinmeyin dedi…
Farklılıkları olan binlerce insanı bir arada tutmayı başardı, Çağdaş Yaşamı mücadelesini tüm Türkiye’ye yaydı… Ülkeyi karış karış gezdi, söyleşilerle, kitaplarla topluma ulaştı…
Kimseyle kavgalı olmadı…
20 yılda çağdaş yol arkadaşlarıyla modern toplumu ördü adım adım…
O bir devrimciydi…
Çağdaş Yaşamı savunan herkese devrimciliği aşıladı…
Gericiliğe, karanlığa karşı, aydınlığı, modern yaşamı, çağdaş yaşamı savundu…
Yaşamının her anında ilerici, devrimci çizgisinden ödün vermedi…
Hiç kimseden sakınmadan, korkmadan doğru bildiklerini dile getirdi hep…
Ne şeriat ne darbe diyecek kadar bağımsız, ilerici gerçek bir demokrattı…
Masal kahramanlarının imdadına yetişen peri kızı, masal perisiydi o…
Unutmayacağız seni masal perimiz, denizyıldızların seni unutmayacak.
Sevgili masal perimiz Türkan Saylan, 1989 yılı başında başlattığınız çağdaşlaşma, aydınlanma, modern Türkiye öyküsü devam edecek…

AYDIN İLERİ
aydinileri@gmail.com