24 Haziran 2009 Çarşamba

ÇOK ÖZLEDİM KAZIM'I SÖYLESEM AYIP MIDIR?

ÇOK ÖZLEDİM KAZIM’I AĞLASAM AYIP MIDIR?

Kazım Koyuncu; Karadeniz’in Yaramaz Çocuğuydu O…

Kazım hiçbir şeyi devrim ertelemeyen bir devrimciydi.

Şarkılarla geçti aramızdan. Karadeniz’in hırçın çocuğuydu.

Denizlerin çocuklarından dağların çocuklarına selam taşırdı.

Yaralı bir kuştu o, şarkılarla gitti aramızdan yarım kalan bir aşk gibi…

Pançol gibi büyülü bir coğrafyada doğdu.

Masalsı bir hayat yaşadı…

Çay bahçeleri, fındık dalları, gürgen ağaçları…

Çocukluğunda dinlediği masallardan ve efsanelerden besledi sanatını.

12 Eylül düştü çocukluğuna, göz altılara, tutuklamalara tanık oldu.

Renkli bir çocukluğu seçti kendine, çocukluğunda bolca Teksas-Tommiks okudu…

Müziğe Amcasının Almanya’dan hediye getirdiği gitarla heveslendi.

Amcasın anlamlı hediyesi hayatını değiştirdi.

İlk müzik aleti gitardı ama önce mandolin çalmasını öğrendi…

Hopa’da Mandolin kursuna yazılarak başladı müzik yaşamına…

İlkokulu Pançol’da Yeşilköy ilköğretim okulunda okudu, Ortaokula Hopa’da başladı.

Dağlara tutuldu, “köyde ağaç gibi su gibi hissetti” kendini.

Hopa Lisesinde duvar gazetesi çıkaran ekipte yer aldı.

Okullar arası yapan duvar gazetesi yarışmalarına katıldı, 1989 yılında 6 Edebiyat A sınıfında öğrenciydi.

Hep İstanbul’a gelmek istedi. İstanbul’a gelmek için Üniversiteyi araç olarak kullandı.

17 yaşındaydı hiç vazgeçmeyeceği İstanbul’a yerleştiğinde.

İstanbul’a her yeni gelen insan klasiğini yaşayarak Eminönü’nde Yeni Camii önünde güvercinlerle fotoğraf objektifine poz verdi.

İstanbul’la sözlendi o an.

İstanbullu oldu ve bu şehre sevdalandı.

Babadan kalma solculuğu vardı.

İstanbul’a gelirken şair ceketi diktirmeyi arzuladı.

Büyük yalanlara hazırdı…

Kazım’ın İstanbul’a geldiği günlerde İstiklal Caddesi trafiğe açıktı.

Caddeyi otobüsler bölüyordu.

O günlerde yıllar sonra tüm İstiklal’i kendi şarkılarının sarabileceğini tahmin etmemişti.

Hayatında en çok üç şey yapmak istedi.

Birincisi Lise Öğretmeni olmaktı, ikincisi Üniversitede öğretim görevlisi-bilim insanı olmaktı,
üçüncüsü müzisyenlikti…

Üçüncü istediğini yaşama geçirdi ve sadece müzik yaptı.

Şiiri çok sevdi ama hiç şiir yazmadı, müzikten vakit bulamadı.

Onun için “dünya’da en önemli değer emekti.” Çünkü “yaşamak demek emek demekti.”

Yaşamı boyunca emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların tarafında oldu.

Hep muhalifti…

Yüreği soldan yana atıyordu…


“En önemli sermayenin arkadaşlıklar olduğunu” söyledi.

Sahnesini, müziğini herkesle paylaştı.

Söyledi söyletti.

Oynadı oynattı.

Eğlendi eğlendirdi…

Hep güler yüzlüydü, sanatını hep barıştan yana kullandı. Hiçbir ayrım gözetmedi…

Sempatik ve sıcakkanlı davranışlarıyla kısa zamanda kendini sevdirdi.

Şöhretin basamaklarında hızla ilerledi… Hiç kendinden geçmedi…

İnsana, topluma ve çevreye duyarlıydı.

Savaşa karşı durdu, her zaman barış dedi.

Çevreciydi; Karadeniz sahil yoluna, Çernobil’e, Nükleere, Fırtına Vadisinin yok edilmesine vb. birçok çevre tahribatının karşısında durdu.

Her etkinlikte en öndeydi…

Sözünü, müziğini esirgemedi hiç.

Karadeniz müziğini, tulumu, kemençeyi, gitarı, horonu gençlere sevdirerek müziğini toplum için birleştirici bir araç olarak kullandı.

O sahnedeyken binlerce insan horona, halaya durdu…

Katıldığı her festivalde, her şenlikte, her konserde insanları bir birine daha çok yakınlaştırdı.

Tunceli’de, Trabzon’da, Antakya’da, Hopa’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da aynı müzikle coştu insanları coşturdu.

Barışın diliyle söyledi şarkılarını.

Tüm notalarda halklar kardeşti…

Megrelce, Lazca, Türkçe söyledi şarkılarını-Türkülerini…
Her seferinde “Lazım, Kürdüm, Türküm, Hemşinliyim…” , “Türkülerin sahipleri tüm insanlardır” dedi.

Müzik bir hareketti onun için.
“Yaptığınız müziğin hayatta bir karşılığının olmalı” ilkesiyle yola çıkmıştı.

Üç büyüklere inat Anadolu takımı Trabzon Sporu tuttu.

Trabzon Spor, futbol onun için bir tutkuydu…
Trabzon Spor sevgisi gönlünde, Trabzon Spor Üyelik Kartı hep cüzdanındaydı…

Şarkılar söyledi, marş besteledi Trabzon Spor için…

Karadeniz’de yalnız gezen bir takaydı o…

Rüzgârla konuşur, yağmuru severdi…

Karabataklara dost, hamsilere yoldaştı…

Devrimciydi o Karadeniz’in yaramaz çocuklarındandı…

Hayatla bir sorun yaşadı…

Çernobil onu en verimli zamanında sırtından hançerledi…

“Sanatçı her zaman hayatla bir sorun yaşar” dedi.

Hastalığının en ağır döneminde bile yılmadı.

“Her ne kadar çok istediğim şeyleri yapmakta zorlanıyorsam da pes etmedim. Düşmedim yani… Bir devrimci gibi duruyorum ki zaten devrimci olmakla sanatçı olmak arasında benim için ciddi bir bağlantı var. İkisinin bağlamında yapmak gereken tek şey sahneye çıkmak diye düşünüyorum. Bundan sonra sürekli sahnede olmak ve müziğin tam içinde olmak istiyorum” diyerek gücü tükenene kadar hep üretti…

Sanki hiç gitmemiş gibi…

Birazdan müzik başlayacakmış gibi…

Şimdi horana durulacakmış gibi…

Müzik susalı dört uzun yıl oldu…

Seni çok özlüyoruz Kazım…

Aydın İleri
aydinileri@gmail.com

Not: (Kazım Koyuncu'yu aramızdan ayrılışının 4. yılında saygıyla anıyorum)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder